14 Ekim 2012 Pazar

Gezi Stajı


Gezi stajını daha eğlenceli hale getirebilmek için tek bir yerle sınırlı kalmayıp Antalya'dan Datça'ya doğru uzanan yolda yapmayı tercih ettim. Bu yolculuk sırasında Antalya Kaleiçi, Akyaka (Gökova Körfezi), Marmaris'deki mimariyi belgelemeye çalıştım.
Yolculuğuma Antalya şehir merkezi'nden başladım. 

Türkiye'deki tüm tatil beldelerinin temel sorunları gibi Antalya şehir merkezinin de mimari açıdan korkunç olduğu söylenebilir. Çarpık kentleşme, yetersiz altyapı, daha az maliyete daha çok yatak amacı güden apartmanlarla dolu her yer. Doğrusunu söylemek gerekirse şehir merkezinde olmaktan hiç keyif almadığım için Kaş'a doğru yola çıkmadan önce Kaleiçi'ne gitmeye karar verdim. Kaleiçi, ilk olarak Romalıların elindeymiş. Sonrasında Bizans döneminde çok önemli bir ticaret limanı olmuş. Bizanstan sonra Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar ve son olarak Türkiye bu şehre sahip olmuş. İlginç olan, bu kadar çarpık bir düzene sahip olan bir şehirde, Kaleiçi'ne geldiğiniz zaman organik kentleşmenin sonucu olan dar ve sevimli sokaklar size koca Antalya'yı bir sahil kasabası gibi hissettirmesi. Çünkü kalenin surlarının sarmaladığı alandaki konaklar çok iyi restore edilmiş ve aynı o günkü havasını koruyor. Çoğu yapı oraya aitmiş gibi duruyor.  







Dönüş yolunda otobüsten daha önceden aşina olduğum bir ismin yanında iniyorum. Minicity Kültür Merkezi. Emre Arolat Architects tarafından 2005 yılında Mies Van Der Rohe Ödüllerinde ''Emerging Architect'' kategorisinde aday gösterilen bu kültür merkezi Antalya'nın sembolu haline gelebilecek nitelikte. Tekil olarak gerçekten büyüleyici bir yapı olduğunu düşündüğüm Minicity'nin en büyük dezavantajı, tamamen şehir bağlamından kopuk olarak yüksek apartmanların arasında yok oluşu.

Kaş'a geldiğimde, yine bir hayalkırıklığıyla karşılaşıyorum. Mimarı adına neredeyse hiçbir şey barındırmayan bu küçük ilçe; tamamen dikdörtgen prizma şeklindeki apartmanlarla dolu. Ayrıca turistik bir yer olmasından dolayı fiyatlar olması gerekenin çok üstünde. Bunun sebebi yerli turistten çok yabancı turist çekmesi diyor Kaş'ın yerli halkı. Mimari'nin burada gelişmiş olmasının sebebi düşük bütçeli turist çekmesi ve bu yüzden kaliteli yatırım yapılmaması sanırım. Fiyatlar sebebiyle geceyi şehir dışında bir kamp alanında geçiriyorum.  

Kaştan büyük bir hayal kırıklığı ile ayrılırken Akyaka'ya doğru yol alıyorum. Marmaris yakınlarında bulunan Akyaka'nın mimarisi hakkında beklentilerim cok düşük. Marmaris, Türkiye'nin en güzel doğasına sahip yerlerinden biri olmasına rağmen şu anki  hali Antalya'dan neredeyse daha vahim. Korkunç renkte apartmanlar, adım başı pansiyonlar ve pansiyonlardan çıkan yüksek seste müzik ve şehrin tam ortasında yer alan Barlar Sokağı tüm kafa dinlemek isteyen Marmarisliyi şehir dışındaki tepelere yerleşmek zorunda bırakmış.  
Dolayısıyla Akyaka'da da aynı manzarayla karşılaşmayı beklerken indiğimde gözlerime inanamadım. Muğla'nın neredeyse tüm ilçelerini gezip görmüş olmama rağmen daha önce buraya gelmemiş olduğum için pişman oldum. Bağlı olduğu ilçenin mimarisini bu kadar korumuş ve sahiplenmiş çok az ilçe var sanırım.




Tüm binaların Beyaz-mavi veya Beyaz-Kahverengi renklerde olması Akyaka'ya bir bütünlük sağlamış. Geniş teraslı muğla evleri ve başarılı repredüksiyonları gerçekten hayranlık uyandırıcı. Mimariyle beraber peyzaj da bir o kadar dikkatimi çekti. Parseller arasındaki boş alanlarda görmeye alışık olduğumuz moloz yığınları, çöpler veya kurumuş bitkiler yerine uzun Göknar ağaçları, rengarenk begonviller gerçekten Akyaka'yı tekrar gitmeye değer bir yer haline getirmiş.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder